AĞRI, bin 630 metre rakımda 500 bin nüfuslu doğasıyla etkileyici bir il. Kilometrekareye 47 kişi düşüyor ve nüfusunun yüzde 51’ini gençler oluşturuyor. Birçok Anadolu şehrinde olduğu gibi ‘Ne yapacak bu gençler’ sorusu hep gündemde. İbrahim Çeçen Vakfı’nın katkılarıyla 2007’de kurulan Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi, bölge gençlerinin tercihlerinde son zamanlarda tırmanışa geçmiş gibi görünüyor. Bunda öğrenciler için atılan adımların rolü büyük. Mesele gençlere hayal kurdurmak. O hayal, yine vakfın katkılarıyla son yıllarda mutfakta şekillenmiş durumda.
Üniversitenin Gastronomi Bölümü öğrencilerine dünya vatandaşı olma hayali kurduran Zirvenin Şefleri projesinden bahsediyorum. Ağrı Dağı nasıl Türkiye’nin zirvesiyse o zirvenin gençleri de bu proje çevresinde bir mutfak sıcaklığında bir araya gelmiş durumdalar.
Geçtiğimiz günlerde İbrahim Çeçen Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Günseli Çeçen, Antalya’da bu gençlerle bir grup gazeteciyi bir araya getirdi, projenin detaylarını da bu vasıtayla anlattı.
Çeçen, ‘Zirvenin Şefleri’ projesinin nasıl ortaya çıktığını şöyle özetledi:
“Projenin üçüncü yılındayız. Otellerimiz var; 30 yılı aşkın süredir aile olarak bu sektörün içindeyiz. Sadece otel değil; havalimanı işletmesi, havalimanındaki yeme-içme sektörü, aynı zamanda İstanbul’daki restoranlar derken turizm anlamında ciddi bir know-how’ımız oluştu. İçeride çok kıymetli çalışma arkadaşlarımız var. Bu fikirden yola çıkarak, üç yıl önce ‘Biz burada ne yapabiliriz’ dedik. Ağrı bizim ana çalışma yerimiz. Ağrı kalkınmada öncelikli illerin en başında geliyor Ağrı. Ayrıca kurucumuz İbrahim Çeçen’in memleketi. Burada bir kimlik ayrıcalığı yapılıyor olabilir ama bu çok normal ve çok kıymetli. Biz de bir proje yapalım dedik. Önce donanımlı bir mutfak yapalım diye yola çıktık. 500 kişilik bir endüstriyel mutfak kurduk. Turizm grubundaki liderlerimiz bize bu konuda çok destek oldular, yönlendirdiler. Proje adını Ağrı’nın zirvesinden aldı.”
350 ÖĞRENCİ MEZUN OLDU
Çeçen’in verdiği bilgilere göre Zirvenin Şefleri kapsamında gastronomiden mezun olan öğrenciler için gruba bağlı tesislerde görev alan İstanbul ve Antalya’daki şefler üniversitedeki akademisyenlerle ortaklaşa bir program hazırladı. Amaç öğrencileri profesyonel hayatta güçlendirecek eğitim vermek. İki yılda 350 öğrencinin bu programdan faydalandığını belirten Günseli Çeçen, gastronominin son dönemdeki yükselişine dikkat çekerek, “Evet, büyükşehirlerde ve globalde mutfak sanatları çok itibarlı bir meslek ama Ağrı gibi mutfağın sahibinin kadın olduğu yerlerde erkek gastronomi öğrencileri de kendilerine alan yarattı böylelikle. Bugün mutfakta yer alan öğrencilerin yüzde 60’ı kadın. Bu yıl projenin üçüncü yılı. Kendimizi geliştirmek ve güncellemek adına projeyi biraz daha kapsamlı hâle getirmek istedik. Bu sene Türkiye’den ve globalden şeflerin de dâhil olduğu mutfak eğitimleri ve atölyeler olacak. Ayrıca farklı programlar da dâhil ediyoruz: Sadece mutfak değil; yemek fotoğrafçılığı, ürün kullanımı, sosyal medyada markalaşma gibi alanlarda da eğitimler sunacağız” dedi.
TÜRKİYE’nin en yüksek yerlilik oranına sahip fırkateyni TCG İSTANBUL (F-515), Türk Deniz Kuvvetleri’ne yaklaşık iki yıl önce teslim edildiğinde herkes STM’nin başarısını konuştu. Çünkü projenin arkasında STM’nin mühendislik desteği yatıyordu. Milli Gemi-MİLGEM İ Sınıfı Fırkateyn Projesi’nin ilk ürünü olan TCG Istanbul, Savunma Sanayii Başkanlığı ile STM arasında 12 Nisan 2019’da imzalanan sözleşme kapsamında inşa edilmişti. Türk mühendisleri tarafından dizayn edilen ilk Türk fırkateyni olma özelliğine sahip TCG İSTANBUL, yüzde 80 yerlilik oranı ile Türkiye’nin en yüksek yerlilik oranına sahip savaş gemisi konumunda. STM, ihracat başarılarıyla sadece savunma değil ekonomi gündeminin de dikkatini çekiyor. Özellikle 2024 sonunda Macellan’ın torunları olarak nitelendirilen Portekiz ile imza atılması şirketi daha da öne çıkardı. ‘Denizde İkmal ve Lojistik Destek Gemisi’ için Aralık 2024’te Lizbon’da imzalar atıldığında Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) ve NATO üyesi bir ülkeye gerçekleştirdiği ilk askeri gemi ihracat projesinin de startı verildi.
‘DONANMADA ÖNE ÇIKAN ŞİRKET OLDUK’
Bugün sona eren TEKNOFEST İstanbul alanındaki STM standında Genel Müdür Özgür Güleryüz ile şirketin bütün bu yolculuğunu ve gelecek planlarını konuştuk. İşin ekonomisine de girdik.
Bilkent Üniversitesi’nde elektronik mühendisliği eğitim alan Güleryüz, Nokia’nın Finlandiya’daki Ar-Ge merkezinde çalışırken Türkiye’ye dönerek kendini Aselsan ekibinde buluyor. Ardından STM’ye geçiyor. Bu süreci konuştuğumuz Güleryüz, STM’nin hikâyesini, “Sistem mühendisliği konusunda savunma sanayiine destek vermek için kurulan bir şirket. 2000’lerin başında MİLGEM projesi başlayınca ‘STM Deniz Kuvvetleri’ne bu alanda destek versin’ talebi geldi. Böylece STM, MİLGEM’e katılmış oldu. Gemi yapımı ilerledikçe STM’nin de sorumluluğu arttı ve biz donanmada öne çıkan bir şirket olduk” diye özetledi.
2024 yılı cirosu... 550 milyon dolar
Bir savaş gemisinin ortalama değeri... 300 milyon dolar
Cirodaki ihracat payı... Cirodaki ihracat payı
Genç kızların çığlıklarına bakıp salona bir film yıldızının girdiğini düşünebilirsiniz. Oysa 1.98 cm’lik boyuyla kızları selamlayan kişi, milli voleybolcu Zehra Güneş’ten başkası değil. Burası Bosna Hersek’in başkenti Saraybosna’ya yaklaşık 100 km uzaklıktaki Novi Travnik kasabası. Yaşları sekiz ila 14 arasında 500 kız çocuğu, sarı formalarıyla kocaman bir spor salonuna doluştu. Hepsinin hayali voleybolcu olmak. Pek çok ortak noktaları var. Öncelikle hepsi uzun boylu. İkincisi; hepsinin rol modeli Türkiye’yi dünya ikincisi yapan A Milli Kadın Voleybol Takımı’nın yıldız oyuncularından Zehra Güneş. Bu yüzden onu görünce salonu çığlıklarıyla doldurdular. Bir başka ortak noktaları ise az sonra yapılacak Vakıfbank Spor Kulübü’nün seçmelerinde öne çıkma azmi.
VakıfBank’ın davetlisi olarak gittiğimiz Bosna Hersek’te bankanın ve VakıfBank Spor Kulübü’nün üst düzey yöneticileriyle bir aradayız. 2018’de Bosna Hersek’te bir kız voleybol okulu açan kulüp bu kez, ülkenin geneline yayılan stratejik bir işbirliğine imza atıyor. Dünya ikincisi olan A Voleybol Milli Takımı’nın başarısı ve VakıfBank Bayan Voleybol takımından oyuncuların da bu ekipte bolca yer alması kulübe ilgiyi bütün ülkelerde artırmış durumda. Kulübün oyuncusu Zehra Güneş, ata topraklarında olmasının da verdiği etkiyle duygulu. Yanında ise Bosna’da keşfedilmiş, Türkiye’de eğitim alan ve milli takıma giren diğer oyuncu arkadaşları var. VakıfBank Genel Müdürü ve VakıfBank Spor Kulübü Başkanı Abdi Serdar Üstünsalih, salonu dolduran genç voleybolcu kızlara bakarak, “Gelincik tarası gibisiniz” dedi ve ekledi, “Yeteneği ve azmiyle öne çıkan gençleri, ailelerinin de onayıyla İstanbul’a davet edecek ve yeterli görmemiz halinde VakıfBank forması giydireceğiz. Bu sayede her iki ülkenin voleyboldaki gelişimlerine katkı sunmaya devam edeceğiz.”
‘40 YILDIR ARALIKSIZ DESTEKLİYORUZ’
Üstünsalih, proje kapsamında sorularımızı yanıtladı Saraybosna’da. VakıfBank Türkiye’nin ikinci büyük bankası. Aktif büyüklüğü 4.5 trilyon TL. Üstünsalih, 40 yıl önce bir sosyal sorumluluk projesiyle kadın voleyboluna destek vermeye başladıklarını söyledi ve ekledi: “Kadın voleyboluna el bebek gülbebek bakıyoruz. 40 yıldır aralıksız spora hizmet ediyoruz. Bunu kızlarımızın hayallerine ortak ve Türkiye’de kadın voleybolunu dünyaya duyurmak için de yapıyoruz. Açtığımız okullarla önemli katkılar sağladık. Türkiye’de mevcut voleybolcuların yüzde 30’unun VakıfBank tedrisatından geçtiğini söyleyebilirim.”
Türkiye’de 10 voleybol okulu olan VakıfBank Spor Kulübü, yedi yıl önce Bosna Herkes’te açtığı okuldan önemli oyuncular kazanmış. Bu yüzden buradaki çerçevesini genişletme kararı almış. Ülkede 29 şehirde bulunan 38 spor okuluyla stratejik işbirliğine gittiklerini söyleyen Abdi Serdar Üstünsalih’in verdiği bilgilere göre Bosna Hersek’teki okuldan bugüne kadar 10 yetenekli genç kız Türkiye’ye alındı. Üstünsalih, “Bu topraklarla gönül bağımız var. Önümüzdeki sezon beş kızımız, alt yaş takımlarımızda forma giymeye devam edecek. Türkiye’nin en iyi okullarından birinde eğitim almalarını ve VakıfBank Spor Sarayı’nda bulunan lojmanlarımızda konaklamalarını sağlıyoruz. Sağlık ve yaşam giderlerini karşılıyoruz. Kısacası Kayseri’den, Mersin’den, Samsun’dan gelen kızlarımıza baktığımız gibi Bosna Hersek’ten gelen kızlarımıza da gözümüz gibi bakıyoruz. Evlatlarını bize emanet eden ailelerinin de gönüllerini ferah tutuyoruz” dedi.
‘BİR-İKİ ZEHRA ÇIKARSA BU BİZE YETER’
Kulüp Genel Menajeri Banu Can Schürmann ve Kulüp Altyapı Menajeri Melis Gürkaynak başta olmak üzere antrenörlerden oluşan geniş bir grup Novi Travnik’e gelen 500 genç voleybolcu kızı yakından izledi. 80 voleybol antrenörü de salondaydı. Banu Can Schürmann, niyetlerini “Burada yüzlerce bosnalı çocuğu izleyeceğiz. İçlerinden bir-iki Zehra, Sıla, Ayça, Deniz, Aylin, Nehir çıksa bu bize yeter” sözleriyle özetledi.
‘AZERBAYCAN’DAN DAVET ALDIK’
NATIONAL Museum of Women in the Arts (NMWA) Direktörü Susan Fisher Sterling, Amerika’daki feminist sanat hareketinin en ateşli aktivistlerinden biri olarak nam saldı. “Sanatta da cinsiyet ayrımcılığı mı var” diyerek mücadelesine burun kıvıranlara yanıtı net: “Sanat dünyasındaki insanlar, eşitliğe olduğumuzdan daha hızlı ulaştığımızı düşünmek istiyor.”
Son 15 yılda bir ekonomi başlığı olarak giderek yükselen sanat piyasasının verileri de ünlü küratörü doğrular nitelikte. Avrupa ve Kuzey Amerika’daki galeriler tarafından temsil edilen yaşayan sanatçıların yalnızca yüzde 13.7’sini kadınlar oluşturuyor. Araştırmalara göre kadınların sanatı, 2022’deki toplam müzayede satışlarının yalnızca yüzde 9.3’ünü oluşturdu. Genel olarak, müzayedede satılan sanat eserlerinin yüzde 96’sı erkek sanatçılara ait. Kısacası sanatın hiç de eşitlikçi bir ortam sunmadığını gösteren istatistikleri çoğaltmak mümkün.
EZBER BOZANLAR
Susan Fisher Sterling gibi ülkesinde sanatta eşitlik hayalinin peşinden koşan sivil toplum kuruluşu, şirket, işinsanı, sanatçı var. 2016’da Kadın Sanatçılar Fonu’nu kuran İstanbul Modern, bunlardan biri. Fon’un amacı, Türkiye’de kadın sanatçıların üretimlerine destek olmak, çalışmalarının bilinirliğini artırmak, İstanbul Modern koleksiyonuna yeni yapıtlar kazandırarak kadın sanatçıların temsilini güçlendirmek olarak özetleniyor. İş dünyasının önde gelen kadın temsilcileri de fonu destekleyenler arasında. Onlarca kadın sanatçının yaratıcı üretimi bu sayede artıyor ve görünür oluyor.
‘BİR HAYALİN İZİNDE’
İstanbul Modern’in bu ezber bozan girişimi birçok şirketin sanatta eşitlik projelerine de ilham veriyor, işbirliği fırsatları yaratıyor. Geçtiğimiz günlerde bunlardan birinin hikâyesini dinledim. “Bir Hayalin İzinde” demişler programın adına. İstanbul Modern ve Bosch Ev Aletleri bir araya gelmiş. “Hadi sanat eğitiminde toplumsal cinsiyet eşitliğini destekleyelim” demişler. Aslında programın ikinci yılı. Yani etkisinin netleştiği dönem. Ne yapıyorlar? Devlet liselerinde sanata ilgi duyan kız öğrencilere ilham verecek bir eğitim sunuyorlar. Bu yıl İstanbul’un farklı ilçelerindeki devlet okullarından seçilen 50 lise öğrencisiyle program sürdürülüyor. İçerik İstanbul Modern Koleksiyonu’nda yer alan kadın sanatçılardan esinlenerek hazırlanmış. Seminer, atölye, branş dersleri ve çağdaş sanat tarihi eğitimlerinden oluşan bir program. Akademisyenler, sanatçılar, küratörler ve müze uzmanlarıyla birlikte yürütülüyor. Lise öğrencileri resimden heykele, müzikten video sanatına kadar beş branşta eğitim alıyorlar. Eğitimci kadrosunda kimler yok ki; Doç. Dr. Seda Yavuz, Burcu Perçin, Sibel Horada, Prof. Dr. Tuğçe Tuna, Asena Akan, Gül Ilgaz ve projenin aynı zamanda danışmanlığını yürüten Doç. Dr. Ebru Nalan Sülün.
Sülün ve programın diğer ortaklarıyla geçtiğimiz günlerde sohbet etme fırsatı buldum. İki yılda 90 kız öğrenci sanat tarihi, beden farkındalığı, müzik, heykel, resim, video ve sanat belgeselciliği gibi alanlarda uzmanlarla birebir çalışma imkânı bulmuş. Projenin halen İstanbul’daki liselerden öğrenci kabul ettiğini belirten Doç Dr. Ebru Nalan Sülün, sanatta eşitlik için kadın koleksiyonerlerin de artması gerektiği görüşünde. Sülün, “Kadın koleksiyonerlerin varlığının artması; her daim kadın sanatçıların alanının genişlemesine, sanat üretimlerinin desteklenme gücünün artmasına neden olmuştur. Bu nedenle; hem bilinçli koleksiyonerliğin gelişimi, hem de daha fazla kadın sanatçının koleksiyonlara dahil edilmesi sanat üretiminin ve sanat ortamının gelişiminin demokratikleşmesi adına da önemli” diyor.
Genç nesil görüntüyü değiştirse de mahallenin esnafı olan bayiler halen tüketime yön veren kesim için ana kanal olarak güçlü konumda. Pazarın yüzde 70’ini geleneksel satış kanalları oluşturuyor. Berlin’de düzenlenen tüketici elektroniği fuarı IFA 2025’te bir araya geldiğimiz Vestel Pazarlama Genel Müdürü Duygu Badem Uylukçuoğlu, bu durumun Türkiye pazarında global markalar için ciddi bir ‘bariyer’ oluşturduğu görüşünde.
Pazardaki daralmayı sorduğumuz Uyrukçuoğlu, iç satışlarda önemli güçlü toparlanma emareleri görüldüğünü söyledi. “Enflasyonist dönem etkisindeki şirketlerin operasyon kârlılıklarının yüzde 96.6’sı finansal borçlara gidiyor” diyen Uyrukçuoğlu, mevcut resmi şöyle özetledi:
ASIL NEDEN DIŞ REKABET
“Yüksek faiz, enflasyon ortamı ve kurun sabit kalması, şirketlerin finansmana erişimini zorlaştırırken finansman yükünün artmasına sebep oldu. Şirketlerde verimlilik olmazsa kâr düşüşü geliyor. Biz de bu kâr düşüşünü gördük. Fakat şu anda ciddi bir toparlanma var. Enflasyon muhasebesinden arındırılmış datalara bakarsak, hem EBITDA hem de diğer net kâr rakamlarında yukarı doğru bir çıkış eğilimi görüyoruz, pozitife geçme söz konusu. Dolayısıyla bu bir maraton. İniş çıkışlar mutlaka olur ama iniş eğilimini yukarı doğru kırmış durumdayız. Bu olumlu bir şey. Vestel, iç piyasada her zaman kârlı pozisyonunu korudu.”
Dünyada beyaz eşyada adetsel bazda yüzde 7, tüketici elektroniğinde yüzde 2.5 büyüme olduğunu anlatan Duygu Badem Uylukçuoğlu, “Türkiye’de ihracat ve üretim datasında bir küçülme var. Bunun kaynağı aslında daha fazla dış rekabet ama tüketim verisinde bir küçülme yok. Pazarda çok radikal düşüşler görmedik. Yani düşüşler yüzde 2-3 bandında kaldı, daha yumuşak geçti” dedi.
‘ORTA KESİM DARALDI’
Uylukçuoğlu’nun verdiği pazar bilgileri de ilginç trendleri ortaya koydu. Evlerin küçüldüğünü 10 evden birinde tek ebeveyn yaşadığını söyleyen Uylukçuoğlu, bunun tercihleri değiştirdiğini anlattı. Uylukçuoğlu, şöyle devam etti:
“Mesela biz 720 litre, 640 litre gibi en büyük buzdolaplarını satıyoruz. Öte yandan retro ürünlerimizdeki gibi 350 litre yani daha az haneye hitap eden, daha küçük ihtiyaçları karşılayacak ürünler de alınıyor. Çamaşır makineleri 14 kiloya kadar gidiyor ama dönüyoruz bakıyoruz hâlâ 7-8 kiloda da ciddi bir talep var. Yani uçlarda tercihler. Ortası kalmamış gibi görünüyor. Tüketici ihtiyacı varsa büyük alıyor, ‘Buna ihtiyacım yok’ dediği anda daha küçük segmente yöneliyor. O yüzden arada bir boşluk oluşmaya başladı. Bir diğer eksende de çok daha baz ihtiyacı olan haneler de var. Orada da daha low brand-düşük marka eğilimi var ki bu; Avrupa’da da böyle. Pazarda A markalar, B markalar bir de daha düşük markalar dediğimiz segment vardı. Buna baktığımızda yukarıdaki A markalar da aşağıdaki o düşük markalar da genişliyor. Televizyonda ise evler küçülüyor ama ekranları büyüyor.”
AVRUPA’nın alanında en büyüğü olarak kabul edilen Uluslararası Tüketici Elektroniği Fuarı (IFA 2025) dün kapılarını açtı. Uzak Doğu’dan yüzlerin her zamankinden fazla gözlemlendiği fuar alanında dünyanın önde gelen markaları gövde gösterisi yaptı. Türkiye’den katılım sağlayan Vestel de 3 bin metrekarelik standında 460’tan fazla ürün sergiledi. Fuar alanında bir grup gazeteciyle toplantı düzenleyen Vestel’in satış ve pazarlama üst yöneticileri ürünlerin yanı sıra yeni pazar stratejileri hakkında da bilgi verdiler.
Vestel Dış Ticaret Satış Genel Müdürü Seçkin Gençoğlu, şirket olarak 1989’dan IFA’ya katıldıklarını belirterek, “Berlin duvarı yıkılmadan biz buradaydık, IFA bizim için bir şölen. 33 yıldır buradayız. Buraya katılmanın maliyeti önemli değil ama katılmamanın maliyeti büyük” diye konuştu. Gençoğlu bu yıl yeni ürünlerin de stantta yer aldığını vurgulayarak yeni Berlin’de işbirliklerine de imza atacaklarını duyurdu.
ABD HAMLESİ İÇİN HAZIRLIKLAR TAMAM
Vestel’in yıllık 2.3 milyar dolarlık ihracata imza atarak 27 yıldır sektörde bu anlamda şampiyon olduğunu söyleyen Gençoğlu, şu bilgileri paylaştı:
“160’ın üzerinde ülkeye ürünlerimiz satıyoruz. Ana pazarımız Avrupa. Ancak buradaki pazar daralması yeni kapıları aralamaya yönlendirdi bizleri. Kuzey Amerika ve Asya öne çıkan yeni pazarlarımız. Geçen yıl İskandinav Cylinda’yı alarak önemli bir adım attık. Asya’da bu marka çok güçlü. ABD ise bizim 2019’dan bu yana hazırlandığımız bir pazar. Bu pazarda voltaj farklı, ürünlerin yapısı, ihtiyaçlar farklı. Bu yüzden ürünleri hazır hale getirmek gerekiyordu. Önce bulaşık makinesini tamamladık, buzdolabı da arkasından geldi. Bütün ürünlerde hazırlıklar tamam. Şu anda 23 müşteri ve 33 marka ile çalışıyoruz.”
ABD’ye geçen yıl 24 milyon dolarlık ihracat yaptıklarını, bu yıl ise rakamı 50 milyon dolara çıkarmayı planladıklarını vurgulayan Gençoğlu, “Hedefimiz 2028’de ABD’ye 150 milyon dolarlık satış yapmak” ifadelerini kullandı. Gençoğlu, 2.3 milyar dolarlık ihracatta yüzde 30 olan Vestel markalarının payını da yüzde 50’ye çıkarılmayı hedeflendiğini ekledi.
AVRUPA basınının ‘Karbon Prensi’ diye nitelendirdiği Gustav Daphne (aslında gerçek adını kimse bilmiyor), küresel ısınma krizini fırsata çeviren isimlerden biri olarak biliniyor. Özetle hapisteyken avukatı aracılığıyla emisyon ticareti meselesini öğreniyor ve çıkar çıkmaz bu konuda şirket kurup en iyi bildiği işe; dolandırıcılığa devam ediyor. Daha sonra Daphne için ‘O prensse ben kralım’ diyenler, karbon dolandırıcılığını daha ileri boyutlara taşıyanlar çok oldu.
Fırsat nerede? Hatırlatayım...
90’lara kadar başta Avrupa olmak üzere gelişmiş ülkelerde karbon salımının vergilendirilmesi gerektiği fikri hakimdi. Ta ki Kyoto Protokolü’ne kadar. Zamanla bir emisyon ticaret sistemi oluşturuldu. AB, toplam emisyonlara yıllık bir sınır koydu ve emisyon şirketlerine belirli sayıda AB izni (EUA) verilen sistem kurdu. Her izin sahibine bir ton karbon salımı hakkı verildi. Bir şirket yıl sonunda fazladan izne sahipse, yani izin verilen tüm karbonu salmamışsa, bunları satışa çıkarabilirdi. Nihayetinde AB’nin “sera gazı emisyonlarında 2030 yılına kadar asgari yüzde 55 azaltım sağlanması” hedefine ulaşılması için 14 Temmuz 2021’de açıklanan “Fit-for-55”in yasalaşma süreci tamamlandı.
1 OCAK’TA BAŞLAYACAK
Avrupa’nın bu hedefinin sonuçlarından biri de ‘Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’ oldu. Kısa adı SKDM. AB’ye ithal edilen belirli ürünler için bir karbon fiyatlandırması sistemi oluşturuldu. Türkiye, en büyük ihracat pazarı Avrupa olan bir ülke olarak hemen harekete geçti ve yönetmelikler çıktı. Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) Yönetmeliği Taslağı, 22 Temmuz 2025 tarihinde yayımlandı.
AB, SKDM ile ilgili tam mali yükümlülükleri 1 Ocak 2026’dan itibaren başlatacak. Yani AB’ye ithal edilen karbon-yoğun ürünlere ek bir karbon vergisi getirilecek ve başta demir-çelik, alüminyum, çimento ve gübre gibi Türkiye’nin önemli ihracat sektörleri doğrudan etkilenecek. Bu yüzden hummalı bir çalışma var. Dünya Bankası’nın verilerine göre Türkiye’nin 70 milyar dolarlık yeşil dönüşüm yapması gerek. Pasta çok büyük. Elbette ‘karbon prensi’ gibi ‘girişimciler’ olacaktır.
PAZARIN YÜZDE 90’I ELLERİNDE
Bu topraklarda havlu tarihinin bin 600 yıllık olduğu söyleniyor. Türk hamamı kavramı beraberinde havlunun da çok uzun zamandır bu geleneğin içinde gelişmesini sağladı. Öyle ki dünyanın en uç noktasında bir otele girdiğinizde etiketinde ‘Made in Turkey’ ibaresini görmek artık şaşırtmıyor. Hatta daha da ileri giderek Türkiye’nin en iyi havlularını üreten Denizli’nin namını bile birçok ülkede duyabiliyorsunuz.
Geçtiğimiz günlerde havlu üreticileriyle sohbet ederken özellikle Ekvator kuşağındaki ülkelerde Denizli havlusunun tercih edildiğini öğrendim. Nedenini onlar da bilmiyorlarmış, bölgedeki bir otel yöneticisine sorduklarında ise; “Çünkü Denizli havlusu havadaki nemi çekmiyor. Burada hava çok nemli, bu da koku gibi rahatsızlıklar yaratabiliyor. Ama Denizli’den gelen havlular havadaki nemi çekmezken vücudu çok iyi kuruluyor. Bu nedenle tercih ediyoruz” yanıtını almışlar. Bunu anlatan tekstil üreticisi “Nesilden nesile aktarılan havlu ustalığının geldiği durumu bizden iyi biliyorlar” diye özeleştiri de yaptı.
İHRACATÇI YENİ PROJELER PEŞİNDE
Havlunun başkenti Denizli’de neler planlandığını Türkiye Ev Tekstili Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TETSİAD) Denetim Kurulu Üyesi Murat Şahinler ile konuştuk. Derneğin başkanlığına da adaylığını koyan Şahinler, Türkiye’nin nesillerdir gelen üstünlüğünü yeni projelerle avantaja dönüştürmek gerektiğinin altını çizdi. Ne gibi yeni projelerden bahsediliyor? Şahinler, Amerika pazarı için heyecan verici girişimlerini anlattı.
Şahinler’in verdiği bilgilere göre uzak ülkelerdeki Denizli havlusuyla ilgili geri dönüşler, özellikle bu bölgeler ve yakınlarındaki büyük pazarlar için yeni açılımlar için ilham olmuş. Amerika da bunlardan biri. Şahinler, ABD pazarını hedef alan bir ‘Turkish towel’ hareketi için düğmeye bastıklarını söyledi.
Hareketin en dikkat çekici adımlarından biri de ABD’de sadece yayın hakları 76 milyar dolarlık ekonomiyi ifade eden basketbol ligi NBA’i hedef alıyor. Şahinler, “Neden Denizli havlusu NBA oyuncularının boyunlarında olmasın, neden milyonların izlediği bu maçlarda Turkish Towel- Türk havlusu öne çıkmasın diye düşündük. Bu nedenle NBA’in havlu sponsoru olmak için girişimleri başlattık. Cedi Osman orada önemli isimlerdendi, çevresi var. Kendisine projeyi götürdük. Çok sıcak baktı ve elçisi olacağını söyledi. Ardından Hidayet Türkoğlu ile görüşme ayarladık. Bunu aklımıza koyduk. İnşallah yakın zamanda gerçekleştirmeyi hedefliyoruz” sözleriyle planlarını anlattı.
Şahinler Türkiye’de onlarca firmada havlu ve bornoz üretimi yapıldığını, en düşük kalitenin bile yurtdışında rakipsiz olduğunu belirterek iyi pazarlama hamleleriyle bu gücü kullanmak istediklerinin altını çizdi.