Paylaş
Gerçekten ‘bu noktaya nasıl geldiğimiz’i düşünmekten ziyade bu noktadan sonra ‘nasıl ilerlemeliyiz’in üzerinde durmak daha doğru olacaktır. Burada onların bir görüşünün özetini verdikten sonra ben de naçizane beklentimi vererek bu yazıyı sonlandıracağım.
Genel görüş; hem politik hem de ekonomik arenada kalıcı güç değişimlerinin yaşanacağı, bunun (geçen hafta yazımda belirttiğim gibi) ancak iki sene sonra fark edilebileceği bir dönemden geçtiğimiz yönündedir. Yine de okurken fark edebileceğiniz gibi önemli uluslararası ilişkiler uzmanlarının arasındaki görüş ve tahmin ayrılıkları çok net görünüyor.
Stephen Walt, Harvard Üniversitesi uluslararası ilişkiler profesörü, geçirdiğimiz sürecin milliyetçiliği tetikleyeceğine ve devlet otoritesini güçlendireceğine inanıyor. Ona göre hükümetler, acil önlem ve tedbirler getirdiği bu dönemden sonra, salgı krizi bittiğinde bile, elinde kazandığı kontrol gücünü bırakmakta isteksiz olacaklardır. Covid-19’un global gücü Batı’dan Doğu’ya kaymasını hızlandırmasını bekliyor. Krize karşı en iyi mücadeleyi Singapur ve Güney Kore verdi; Çin ilk başta yaptığı hataları bertaraf ederek hızlı hareket etti ancak Avrupa’da ve ABD’de önlemler gelişigüzel alındığı gibi yavaş gerçekleşti ve bu durum dünyanın gözündeki Batı “markası” aurasını kirletti. Değişmeyecek tek şey dünya politikasının çatışmacı doğası olarak kalacaktır. Nasıl ki bundan önce yaşanan salgınlar, -1918-1919 yılında yaşanan salgın- güç savaşını sonlandırmadığı gibi herhangi bir global kooperasyona (dayanışmaya) yol açmadıysa, Covid durumunda da aynı şekilde devletlerarası güç savaşı sonlanamayacaktır. Globalizasyonun daha gerilediğine şahit olacağız çünkü sivil halk devletin kendisini koruması beklentisi içinde, şirketler ise ileride savunmasız kalmak istemiyor. Yani Covid-19 daha kapalı, daha az özgür ve daha az müreffeh bir dünya yaratacak. Çoğu uzman Walt’ın bu görüşlerine katılmıyor; ben de yazımın sonunda belirttim.
Robin Niblett, uluslararası ilişkiler uzmanı bir İngiliz, ona göre de korona salgını ekonomik globalizasyonun belini kıracak. Çin’in büyüyen ekonomik ve militer gücü, daha önce ABD’ye olan ileri teknoloji ve fikri mülkiyet bağımlılığını kırmıştı. Tedarik zincirlerinde uzun mesafe, artan karbon emisyon hacmi sebebiyle sorun olmaya başlamış ve çoktan tartışmaya açılmıştı. Şimdi de Covid-19; uzun süre ekonomik olarak izole olmaları için kapasitelerini arttırmaları konusunda hükümetleri, şirketleri ve halkı zorluyor. 21nci yüzyılı betimleyen globalizasyon kavramına ülkelerin devam etmesi çok daha zorlaşacaktır. Böyle bir durumda da 20nci yüzyılda temelleri atılan global ekonomik yönetim konusu gittikçe körelecektir. Covid-19 virüs krizini başarıyla yönetebilen politikacılar bunun siyasi sermayesini yiyebilecek ancak başarısız olanlar suçlayabilecek mecra bulamayacaklardır.
Eski bir diplomat ve Singapurlu akademisyen olan Kishore Mahbubani’ye göre Covid-19 salgını, küresel ekonomik yönleri kökten değiştirmeyecektir; sadece daha önce başlamış bir değişimi hızlandıracaktır. Yani ona göre ABD-merkezli bir globalizasyondan Çin-merkezli bir globalizasyona geçiş sürecini hızlandıracaktır. Bu trendin devam etmesini beklemekte öne sürdüğü sebep olarak ise Amerikan halkının artık globalizasyona ve dış ticarete olan inancını kaybetmiş olmasını veriyor. ABD ile (veya ABD dışında) serbest ticaret anlaşmalarının toksik olduğu görüşü yaygın olmaya başlayacaktır. Öte yanda, Çin serbest ticaret anlaşmalarına olan inancını kaybetmedi. Bunun arkasında tarihi sebepler var, Çin 1842-1949 arasında küçük düşme sebebini o dönemlerde dünyadan izole olmasına bağlıyor. Son on yıldaki ekonomik kalkınması global entegrasyonu sayesinde gerçekleşti. Çin insanı artık her yerde rekabet edebileceğine inanıyor. Mahbubani bu noktada, ABD’nin kendi halkının refahını düşünüyorsa Çin ile bir kooperasyona (işbirliğine) girmesi gerektiğini ancak ABD den böyle bir adım atmasını beklemediğini de ekliyor.
John Ikenberry, uluslararası ilişkiler ve ABD dış politikası teorisyeni, verdiği ekonomik zarar ve sosyal çöküş yüzünden son yaşananların, milliyetçilik hareketini artırması, büyük güç savaşının devam etmesi ve stratejik olarak dünyanın bölünmesi dışında bir durum tahmininde bulunmanın zor olduğunu belirtiyor. Ona göre, ilk reaksiyon milliyetçi gibi görünse de uzun vadede demokrasiler kabuklarından çıkıp yeni bir formda daha koruyucu bir enternasyonalizm ile ortaya çıkacaklardır.
Shannon K O’neil, dış ilişkiler konseyi üyesi, önümüzdeki iki yıllık süreçte daha düşük karlar ve daha fazla istikrar bekliyor. Bu bence önemli bir bakış açısı. Ona göre tüm şirketler artık üretim yapılarını tekrar gözden geçireceklerdir. Bugünkü üretim sistemini domine eden ‘birkaç adımı aynı anda atma yöntemi’, ‘çok ülkeli tedarik zinciri sistemi’ mutasyona uğrayacaktır. Global tedarik zinciri, Çin’de artan işçi ücretleri, ABD Başkanı Donald Trump’ın ilan ettiği ticaret savaşı, robotlaşmada artış, otomasyonda artış ve 3D baskıda artış yüzünden, hem ekonomik hem politik açıdan zaten büyük baskı altında bulunuyor. Politik tarafta ise gelişmiş ekonomilerdeki istihdam kayıpları yine risk unsuru olarak duruyor. Fabrikaların kapanması yüzünden başka üreticiler, hastaneler, eczaneler, süpermarketler ve perakende mağazaları stok ve ürünlerden mahrum kaldı. Bu süreçte hükümetler devreye girerek, belli stratejik sektörlerde yerli üretim ve rezerv yaratma yollarını deneyeceklerdir. Kar oranları düşerken ancak arzın istikrarı artacaktır.
Shivshankar Menon, Hintli bir diplomat, çok farklı bir bakış açısından değerlendiriyor. Her durumda devletlerin tekrar ortay çıktığını söylüyor. Ona göre ülkelerin otoriter olarak yönetilmesi veya popülist yöntemler sonuç sağlamak için yeterli değil. Gerçekten de Güney Kore ve Tayvan gibi hızlı ve başarılı aksiyon alan ülkelerdeki liderlerin ne popülist ne de otoriter olmadığını söylüyor. Menon’a göre bu salgın, birbirine bağımlı olan ülkeler dünyasının sonunun geldiğini göstermiyor, tam tersi hala bu ülkelerin ne kadar bağımlı olduklarını gösteriyor. Ancak tüm politikalarda bir içe dönüş, otonomi arayışı ve kontrol etme ihtiyacı görüldüğünü de yadsımıyor. Çok taraflı işbirliğinin aslında ülkelerin avantajına olacağı anlaşılırsa bu krizden daha az hasarla, hatta fayda veren şekilde çıkılabileceğini düşünüyor.
John Allen, emekli bir komutan ve Brookings Institution’ın başında, ona göre korona virüsü sorununu başarılı bir şekilde yöneten ve başarıyla çıkan ülkeler öne geçecek ve dünya sırlamasında korona virüsü problemini iyi yönetemeyen ülkelerin önüne geçecekler. Konuyu tamamen kamu sağlığı çerçevesinde değerlendiriyor. Bazı ülkelerde başarılı sonuçlar demokrasinin zaferi olarak nitelendirebileceği gibi kimilerinde ise otoriter rejimin getirdiklerinden faydalanıldığı belirtilecek.
Lurie Garret, Amerikalı bir bilim gazetecisi ve yazarı, global kapitalizmde dramatik bir değişim yaşanacağını ve yeni bir safhaya geçileceğini öngörüyor. Tedarik zincirlerinin ülkelerin daha yakınına taşınacağını, gelecekte karşılaşabilecek risklere karşı yeni önlemler geliştirileceğini düşünüyor. Bu, belki bir süre için şirketlerin karını düşürebilir ancak tüm sistem daha dayanıklı hale gelir.
Richard N Haas, Amerikalı bir diplomat; ona göre korona virüs krizi önümüzdeki en az birkaç yıl ülkeleri, daha içe dönük bir bakış açısı geliştirmeye, başka ülkelerde ne olduğundan ziyade sınırlarında ne olduğunda odaklanmaya yöneltecektir. Haas, ülkelerde daha çok kendi kendine yetebilme içgüdüsünün gelişeceğini, geniş çapta göçlere toleransın tamamen ortadan kalkacağını ve global problemlerden çok iç problemlere odaklanılacağını öngörüyor. Birçok ülkenin bu krizden çıkmakta büyük zorluklar yaşayacağını, bazı bölgelerde ise devlet gücünün iyice zayıfladığına şahit olunacağını düşünüyor. Aynı zamanda krizin, zaten bozulmuş olan Sino-Amerikan (Çin-ABD ilişkileri için kullanılan bir terim) ilişkilerini iyice bozacağına ve Avrupa entegrasyonunu daha da zayıflatacağına inanıyor. Olumlu tarafta, global olarak kamu sağlığı yönetimlerinin iyileştirildiğine tanık olacağımızı düşünüyor.
Kori Schake; ABD’nin artık dünyadaki global lider konumu yitireceğini düşünüyor. Ona göre Washington liderlik testinden geçemedi ve bu yüzden dünya çok daha büyük bir sorun yaşıyor.
Nicholas Burns; Amerikalı eski bir diplomat ve yazar; ona göre 2020 yılında ortaya çıkan salgın krizinin hem finansal hem ekonomik etkileri, 2008-9 yıllarında yaşanan büyük finansal krizin etkilerinden daha büyük olacaktır. Ona göre hem Çin hem de ABD, savaşçı tutumlarından vazgeçmezlerse iki ülkenin de kredibilitesi fazlasıyla düşecektir.
Farkındaysanız uluslararası ilişkiler konusunda uzman bu kişilerin görüşleri birbirinden tamamen farklı olabiliyor. Birçok konuda zıt görüş belirten bile var. Kimi global gücün Çin’e kayacağını düşünürken kimi Çin’in güç kaybedeceğine değiniyor. Bazıları milliyetçiliğin artacağını düşünürken bazıları global kooperasyon durumunda karlı çıkılacağından bahsediyor.
Ben korona salgını krizinin 2008-2009'da yaşanan finansal krizden çok daha farklı sonuçlar çıkaracağını düşünüyorum. 2008 yılında alevlenen o finansal kriz, gelişmiş ülke merkez bankalarının yönetmek zorunda kaldığı bir kriz idi. Konu daha çok bankacılık ve finans sistemi idi; yani şimdiki durumda belki ikinci planda kalan bir konu.
Bugün ise daha çok sağlık, ekoloji, üretim ve global tedarik zinciri konularına yoğunlaşmak zorunda kalınacaktır. Bu bağlamda alınan aksiyonlar merkez bankalarını da aşacağı gibi, sadece devletler bazında değil, yakın zamanda bir G20 planıyla ortak bir kararla ele alınacaktır diye düşünüyorum.
Her şey bitip sular çekildiğinde en az hasarı gören ülke ve en çok hasarı gören ülke ortaya çıkacaktır, o zamana kadar küçük çaplı bir kaos içerisinde merkez bankaları ve hükümetler teşvik planlarını açıklayacaklardır; ki açıklamaya çoktan başladılar bile. Bu ülkeler ve bölgeler ortaya çıktıktan sonra da tüm global üretim profili ve tedarik zinciri yapısı buna göre şekillenecektir. Burada şu ana kadar özellikle Güney Kore iyi bir örnek olarak ortaya çıkacakmış gibi görünüyor. Siyaset uzmanı değilim ancak üretici firmalarla yaptığım görüşmeler Çin’in, bu durumdan hiç de tekrar şahlanarak çıkabileceğini bana göstermiyor. ABD tam bir krizin etkisinden çıkarken yeni bir krize vuruldu. Kasım ayında ABD’de gerçekleşecek olan başkanlık seçimi sonuçları geleceğinde belirleyici olacak. ABD Başkanının değişmemesi durumunda çok da fazla bir yol kat etmesini bekleyemeyiz, hatta ABD’nin gücünün daha zayıfladığına şahit olabiliriz. Tedarik zincirinin zayıflaması ve hatta bozulmasından dolayı ülkelerin kendine yetebilir bir yol izlemeyi tercih edeceği, yerli üretime yoğunlaşacağı bir döneme geçileceği görüşüne ben de katılıyorum.
Türkiye’nin de bu ülkelerden biri olabileceğini iki hafta önceki Hürriyet BigPara yazımda belirtmiştim. Kredi teşvikleri, faizler çok ikincil planda kalan konular, kamu sağlığı politikasının başarıyla ele alınarak birincil öneme sahip olduğunun belirtilmesi diğer ülkelere göre görece olarak ülkeyi hemen avantajlı konuma sokar. Finansal piyasalarda olduğu gibi reel ekonomi ve üretimde de yatırımcı psikoloji ve algısı önemli rol oynuyor. Kamu sağlığı politikasında başarılı olan ülkeler, korona krizinden sonra, parlayan ülkeler olmaya aday.
Paylaş