Paylaş
Son 10 yıldır dünyanın içinde bulunduğu konjonktür gelişmekte olan ülkeler önemli faydalar sağladı. Özellikle Türkiye konumu dolayısıyla Türk varlıklarına olan talep büyük ölçüde artmıştı. Ancak ABD’nin krizden kurtulması ve yatırımlarda risk iştahının azalması gelişmekte olan ülkelerden çıkışın hızlanmasına sebep oldu. Kırılganlıkları yüksek olan gelişmekte olan ülkelerde bu durum negatif fiyatlamanın hızlanmasına sebep olurken Türkiye’de siyasi belirsizliğin de artması Türk varlıklarının talebini düşüren en önemli unsur oldu.
Son dönemde risklerdeki artış ve büyüme endişeleri ekonomik güveni de sarsmış durumda. Ekonomik güven kriz dönemi seviyelerine döndü. Bu durum vatandaşın tedirginliğini yansıtan en önemli unsur. Dolar kurunun 3 TL’nin üzerinde gösterge faizlerin ise yüzde 11.50’nin üzerinde fiyatlandığı bir ortamda seçimlere girecek olan Türkiye, seçim sonuçları sonrası da ekonomik bozulmanın devam ettiğini görebilir. Son dönemde hızla artan tüketici kredileri ve dış borç stoku ilerleyen dönemde yaşanabilecek olası bir krizin ne denli büyük olacağını gösteriyor. Dış borç stokunda son 10 yılda 3 katından fazla bir yükseliş söz konusu. Tüketici güveninde ise yarı yarıya bir azalma var. Yani kriz dönemlerine dönülmüş durumda.
Merkez Bankası’nın kurun yukarı yönlü hareketine engel olamaması, enflasyondaki hızlı artışın önüne geçememesi ve ilerleyen dönemde büyüme rakamlarının da aşağı yönlü gitmesi ekonomik sıkıntıların en önemli yansımaları olarak ön plana çıkıyor. Mevcut planda ucuz TL ile ekonomik büyümeyi desteklemeye çalışan Merkez Bankası, doların ikame etkisine engel olamıyor. Enflasyon etkisini ise ilerleyen dönemde daha fazla hissedeceğiz. Net dış bor açığı 180 milyar dolardan daha fazla olan özel sektörde ise son dönemde vergi indirimi, kur sabitlemesi gibi söylemler ön plana çıkmaya başladı. Aslında dolar üzerinde artan spekülatif talep maliyetleri de yükselttiği için ülke ekonomisine zararı oldukça yüksek. Merkez Bankası ise bir yol ayrımına girdi. Ancak bu kararı henüz vermiş değil. Eğer enflasyona odaklanmayı seçerse kuru baskılamak zorunda. Bu durumda faiz artışı gerçekleştirerek maliyetlerin azalmasına yardımcı olacak. ancak bu kararı verebilmek için seçim sonuçlarını beklemeyi tercih ediyor. Her ne kadar FED’i beklediğini iddia etse de FED faiz artırımından sonra ne denli cesur davranacağı ise tam bir muamma. Böyle bir ortamda ise doların yükselmemesi için bir sebep yok.
Veriler ekonominin giderek bir çıkmaza itildiğini gösteriyor. Bu durumda dolara olan talep seçim sonuçları ne olursa olsun orta vade de artış gösterecektir. Seçim sonuçlarından çıkacak her sonuç siyasi belirsizliği ortadan kaldırması adına kurda bir miktar gevşeme getirebilir. Ancak hangimiz “kur düşse de dolar alsam” diye beklemiyoruz? İşte bu psikolojik baskı Merkez Bankası’nın kura müdahale etmeyeceği beklentisi ve de ABD’nin küresel ekonomiden pozitif ayrışması beklentisi ile oluşuyor. Dolayısıyla Merkez Bankası raporlarında bildiklerimizi söylemek yerine yeniden sahneye çıkmazsa ekonomide sıkıntılı günler kapıda görünüyor.
Paylaş