Paylaş
IMF’nin küresel likidite göstergelerine baktığımızda merkez bankalarının altın hariç toplam rezervleri 12.3 trilyon doları geçti. Yine IMF raporlarına göre piyasalara sağlanan toplam likidite arzı da 18.5 trilyon dolar seviyesini aştı. Özelilkle Fed, pandemide tahvil satın alımı yoluyla gerçekleştirdiği varlık alımının açık uçlu olduğunu belirtmiş, Avrupa Merkez Bankası da mart ayında 750 milyar euro olarak açıkladığı programı 600 milyar euro artırarak süresini 2021 Haziran ayına kadar uzattığını açıklamıştı.
Bu genişleyici politikaların ve teşvik uygulamalarının başlıca 3 tane ana hedefi vardı:
1) Finansal istikrarın sağlanması
2) Hanehalkı yaşam kalitesi ve seviyesinin korunması
3) Şirketlerin finansal borçları altında ezilmelerinin önlenebilmesi
Bu 3 tane ana hedefe ulaşmak için hangi araçlar kullanıldı:
1) Merkez bankaları tarafından uygulanan düşük faiz oranı politikaları
2) Piyasalara bankalar kanalıyla kredi yoluyla likidite enjekte edilmesi
3) İstihdamı koruyucu paketler
4) Kredi taksitlerinin ertelenmesi
5) Düşük gelir grubuna nakit hibe teşvikleri
6) Ticaretin canlanmasına yönelik tedbirler ve teşvik paketleri
7) Krediler ve diğer finansal entrümanlarda regülasyon değişiklikleri
8) Toplam talebin artmasına yönelik uygulamalar
9) Üretimin teşvik edilmesine yönelik tedbirler
Kullanılan bu araçlar içerisinden ilk uygulamaya geçen ve diğerlerine göre en çok ön plana çıkan merkez bankaları tarafından faiz düşürme aksiyonları oldu. Fed önderliğinden başlayan bu küresel uygulamalara diğer gelişmiş ve gelişmekte olan ülke merkez bankaları da eşlik ettiler. Devamında ise özellikle hanehalklarının yaşam kalitelerinin kötüleşmemesi ve firmaların finansal borçları altında sıkıntı yaşamalarını temin etmek amacıyla bir dizi önlemler alınmaya başlandı.
Şu anda ise içinde bulunduğumuz gündemde bu genişleyici para politikası adımlarının yenilerinin gelmesi ya da faiz oranı aracı ile piyasalara yön verilmesinin çok da etkili olmadığını görmeye başladık.
Aslında bu durumun ekonomideki teknik terimi: Likidite tuzağı. Likidite tuzağı, bir ekonomide para politikasının etkisini yitirdiği durumu ifade eder. Genişleyici para politikaları neticesinde çok düşük seviyelere hatta sıfır veya altına inen politika faiz oranı ekonomide talep yönlü canlanmayı tetikleyemez, hanehalkları ve hatta işletmeler harcama yapmaktan ziyade tasarrufta bulunma yönünde eğilim gösterirler. Yatırımlar durur ve tasarruflar faiz getirisi olan varlıklardan ziyade yastık altına kaçar ya da faiz getirisine alternatif olan güvenli metallere yönelir. Mevcut duruma baktığımızda da izlenen bu genişleyici para ve maliye politikaları neticesinde faizlerin çok düşük seviyelere gerilediğini, getiri oranlarının düştüğünü, talebin güvenli liman olan ons altına çevrildiğini görüyoruz. Bunun sonucunda ons altın fiyatlarının da 2020 yılında içinde birkaç defa rekor tazelediğini izledik. Halen yıl sonuna kadar da yeni rekorların gelmesine yönelik beklentiler varlığını koruyor.
Alınan tüm bu genişleyici tedbirlerin etkilerini yitirmeye başladıklarına istatistiki verilere girmeden basit şekilde ifade edebilmek için Fed’in son 2 toplantısını ve diğer gelişmiş ülke merkez bankalarının politika faiz oranları toplantılarını şöyle bir hatırlamamız yeterli olacaktır.
Nedir onlar?
Amerika, Avrupa, İngiltere, Japonya, Çin merkez bankalarının son toplantılarında piyasa açısından faiz oranlarını değiştirmelerine yönelik hiçbir beklenti yoktu. Nitekim de öyle oldu ve merkez bankaları faizlerini değiştirmediler. Asıl merakla beklenen konular ise toplantılar ardından merkez bankası başkanlarının basın açıklamalarında verecekleri başlıklardı. Her ne kadar merakla beklense de hiçbir merkez bankası başkanı toplantısından haber niteliği taşıyan yeni bir şey duymadık. Bunun da ötesinde bu toplantılar sonrasında piyasalara baktığımızda ciddi çalkantılar yaşanmadığını gördük. Yani piyasalar merkez bankalarının para politikası toplantılarını haber değeri taşıyan bir gündem olarak görmediler diyebiliriz.
Gelelim merakla beklenen meşhur soruya: Bundan sonra ne olacak?
Bundan sonra olacakları kısa vadeli ve uzun vadeli öngörüler olarak ikiye ayırarak analiz edelim.
Genişleyici para politikaları sonucunda faiz oranlarının düşük seviyelere gelmesi, kredi maliyetlerinin düşmesi içinde bulunduğumuz ikinci dalga korkuları altında yaşadığımız öngörülemez ve tahmin edilemez ortamda firmaları yeni yatırımlara teşvik etmedi. Dipten dönüş olarak talepte bir canlanma görüldü ve perakende satış verilerinde aylık bazda iyileşmeler görüldü. Yani talepteki erteleme bir şekilde yerine konmaya başladı. Böyle olunca tam bir likidite tuzağı oluşmuş diyemeyiz. Ancak küresel enflasyonda bir artış görülmeye başlar da fiyatlar genel seviyesinde artışlar olursa beklenen istihdam seviyesi sağlanamaz ve insanlar işlerine geri dönemezse işte o zaman bir likidite tuzağı net şekilde gündeme gelebilir.
Peki ne olur likidite tuzağı oluşursa? Riski nedir?
Likidite tuzağı oluştuğu vakit uygulanan düşük faiz politikası etkisini kaybeder. Merkez bankalarının para poltikaları sıradanlaşır ve piyasaya bir etki etmez hale gelir. Hanehalkları tüketim yerine tasarrufu tercih ederler ve bunu da riskli varlıklardan ziyade güvenli liman olarak nitelendirilen varlıklara yönelik yaparlar. Hanehalklarının tüketim tercihlerini ertelemesi ise toplam talebin durağanlaşması riskini getirir ve bu durum karşısında da iş döngüsünde aksamaların meydana gelme olasılığı vardır. En kötüsü ise ekonomide böyle bir durum yaşanırken fiyatlar genel seviyesinin yani enflasyonun düşme trendine girmemesidir.
Uzun vadeli bakacak olursak ise burada öngörüde bulunmak nispeten daha zor. Zamanlama açısından yani uzun vadenin ne olduğunu kestirmek zor. Sebebi ise Kovid-19 salgına dair vaka haberlerinin henüz devam etmesi. Özellikle Fed Başkanı Powell’ın söylemi olan mevcut faiz oranı politikasının Kovid-19 salgının tamamen ortadan kalktığına dair göstergelerin oluşmadığı müddetçe süreceğini belirtmesi, Avrupa Merkez Bankası’nın ekonomi acil yardım paketinin 2021 Haziran ayına kadar uygulamada kalacağını açıklaması bizim biraz daha uzun vadeli öngörüde bulunmamızı gerektiriyor. Bu uzun vadeli öngörüleri masaya yatırdığımız zaman ise dünya ekonomilerinin muhtemel ciddi kamu açıkları ile mücadele edecekleri bir zamanın geleceğini gösteriyor.
Neden böyle bir sorun ile karşılacağını düşündüğümüze gelince devletlerin gelir unsurlarının en başında yer alan vergi gelirlerindeki muhtemel azalmayı gündeme getirebiliriz. Ayrıca dolaşımdaki bu denli yüklü likiditenin enflasyonist baskılar yaratacağını düşündüğümüzde bir şekilde bu likiditenin de sistemden çekilmesi gerekecek.
Bu nasıl yapılacak?
Hazine bonosu ve devlet tahvili ihracıyla bu likiditenin çekilmesi yoluna gidilecek. Bu da devletlerin borçlanması anlamına geliyor. Bu da işin nispeten zor kısmı olacak çünkü bir yandan devletin asli görevi olan vatandaşların refah seviyesini yükseltmek iken diğer yandan da oluşacak borç yükünü idare etmek pek kolay değil. Öyle görünüyor ki önümüzdeki yıllarda başarılı devlet yönetimleri bu zor süreci doğru adımlar atarak ve hassas dengeli bir politika izleyenler olacak.
Paylaş