Politika faiz oranının artırılmasının arkasındaki ana motivasyon, TCMB’nin de açıklamalarında yer aldığı üzere fiyat istikranın sağlanması ve Türk Lirasının yabancı paralar karşısındaki değer kaybının önünün kesilmesi… Böylece özellikle yurt içindeki yerleşiklerin tercihlerini dolar ya da Euro’dan yana değil TL’den kullanması idi. Bu durum da nispeten gerçekleşti ve TL özellikle faiz oranı artırım kararı sonrasında Euro ve dolar karşısındaki değerini yükseltti. Öte yandan baktığımızda dolar endeksinin kasım ayı başından bu yana devam eden sürekli değer kaybı karşısında TL ile birlikte diğer gelişmekte olan para birimlerinin hepsinin değer kazanması durumu söz konusu. Yani dolara karşı değer kazanan tek para birimi Türk Lirası değil.
Geçtiğimiz 1 ay içerisinde Rus Rublesi yüzde 2.19; Güney Afrika Randı yüzde 4.22; Meksika Pezosu yüzde 0.72; Çin Yuanı yüzde 0.49 oranında dolar karşısında değerlendi. Yıllık açıdan baktığımızda ise Türk Lirası, Amerikan doları karşısında gösterdiği yüzde 27’nin üzerindeki değer kaybı ile maalesef tüm gelişmekte olan ülke para birimleri arasında en yüksek değer kaybını yaşadı. Rus Rublesinin yıllık bazda değer kaybı yüzde 19 civarında iken, Güney Afrika Randı ve Meksika Pezosunun kayıpları yüzde 6 oranının altında kaldı.
Negatif yönde ayrıştığımız bir diğer konu da enflasyon oldu. Bu açıdan baktığımızda da son açıklanan Kasım ayı tüketici fiyatları enflasyon oranı yüzde 14.03 iken, diğer gelişmekte olan ülkelerdeki enflasyon ortalamasının yüzde 4 seviyesinde olduğunu görüyoruz. Covid-19 salgını sonrasında gelişmiş ekonomiler, enflasyon yaratma sorunu ile karşı karşıya iken gelişmekte olan ülkelerde hafif çaplı yukarı yönlü artışlar söz konusu oldu. Ancak ülkemizde zaten kronik sorun halinde bulunan enflasyon oranı, diğer gelişmekte olan ülke ekonomilerine göre yükseliş gösterdi. Aslında her ülke benzer küresel dinamiklerin etkisi altında kaldı. Petrol fiyatlarındaki dalgalanmalar, gıda fiyatlarındaki artışlar, ticaret hacimlerindeki daralmalar gibi… Türkiye bu dinamiklerden diğer gelişmekte olan ülkelere nispeten ithalata olan bağlılığı ve en büyük döviz girdisi olan turizm gelirlerinden yoksun kalması nedeniyle daha çok etkilendi. Ülkenin döviz kaynakları olumsuz etkilenince TCMB rezervlerinde düşüşler meydana geldi, CDS primleri yükseldi, yabancı yatırımcılar fonlarını çektiler ve sonuçta yılın geneline baktığımızda fiyat istikrarı sağlanamadı.
Gelişmiş ülkeler parasal genişmele adımları atarken; gelişmekte olan ülkeler ise, bu kadar cesur olamadılar. Ancak en azından sıkılaştırıcı politika da uygulamadılar. Çünkü gelişmekte olan ülkeler tarafında Türkiye’den farklı olarak, fiyat istikrarında bir bozulma meydana gelmedi ve rezerv kayıpları da ciddi miktarlarda yaşanmadı. Uzun zamandır bahsedilen yapısal reformlar tarafındaki ana odak noktasının, üretim kaynaklı bir ülke ekonomisi tesis etmek olduğu bir kez daha belirgin şekilde kendisini gösterdi.
2021 yılına dair umut verici olan durum şu ki, TCMB son hamleleri ile piyasanın arzu ettiği ve beklenti içerisinde olduğu adımları atarak ihtiyaç duyulan güveni aşılamaya başladı. Bu durum hem yurt içi yerleşiklerde hem de yabancı yatırımcılarda olumlu etkiler yaratmaya başladı. Son zamanlarda uygulanmaya başlanan bu para politikasındaki kararlı duruş sürdürülmeye devam ederse, tahmin ediyorum ki 2021 yılında Türkiye diğer gelişmekte olan ülkelerle, hem TL’nin değeri hem de enflasyon oranı gibi fiyat istikranın temel unsurlarında, arasında oluşan açığı kapatacak. Bu durum sonucunda da 2021 yılında küresel ekonomiler içerisinde büyüme, sınai üretim, perakende satışlar gibi makro ekonomik verilerde ülkemizin daha sağlam bir yer edinmesini ümit ediyoruz.