Güncelleme Tarihi:
Hürriyet Gazetesi yazarı Uğur Gürses, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın, cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından kabinede yer almayacağı izlenimi edindiğini yazdı.
Gürses'in yazısı şöyle:
Küresel konjonktürün tam tersine döneceği böyle 'türbülanslı' bir ortamda, 'kokpitte kim var? Ne yapılacak?' soruları en önemli soru haline geliyor.
Son bir ay içinde Ankara’dan gelen iki haber, ekonomi yönetiminin geleceğine ilişkin ipuçlarını taşıyor. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın basın danışmanı Halit Ertuğrul’un sessiz sedasız Merkez Bankası’na danışman olarak atanması. İkincisi de, Hazine Müsteşarı İbrahim Çanakçı’nın IMF’ye direktör olarak atanması.
Bu iki haberin ortak özelliği şurada; farklı işlevleri olan bu iki bürokratın Bakan Babacan’ın en yakın çalışma arkadaşı olmaları. Babacan’ın, her iki yakın çalışma arkadaşını, siyasetin gölgesinden görece daha güvenli ve istikrarlı iki kuruma ‘emanet’ ediyor oluşu dikkat çekiyor. Her iki görevli hemen iş başı yapıyor değiller. Ertuğrul’un fiilen Merkez Bankası’nda çalışıyor olması gerekmiyor. Ama günü geldiğinde, talep halinde tam mesai yapması muhtemel. Çanakçı’nın ise Kasım ayında görevine başlayacağı biliniyor. Her iki atamanın da 10 ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimi arifesinde yapılması, Babacan’ın yakın çalışma arkadaşlarını önce güvenli yerlere ‘emanet’ ederek yerleştirme aşamasında olduğunu, sonrasında ise kabinede yer almayacağı izlenimini güçlendiriyor.
PİYASALARDAKİ SON DURUM İÇİN TIKLAYIN...
Malum, Ak Parti’deki ‘üç dönem kuralı’ değişmezse Babacan 2015 genel seçimlerine katılamayacak.
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek mali piyasalarda, ekonomi politikaları konusunda kabinedeki ‘akil’ siyasetçiler olarak görülüyor. Giderek dozu artan biçimde sorulan soru bu; Cumhurbaşkanlığı seçimini Erdoğan kazanırsa sonrasında kurulacak yeni kabinede bu iki bakan yer alacak mı?
Neden bu soru soruluyor? Şundan; son yıllarda hükümet çevresinde, siyasette olduğu gibi ekonomi ile ilgili konularda da giderek artan bir dozda komplo kuramları fazlasıyla başköşeye alındı, ekonomi politikasında iktisat dışı öneri ve çabalar yüceltildi. Akil bakış açısı ortadan kayboldu. Yanlışa yanlış demek bile etiketlenmek için yeterli oldu.
Özellikle küresel ekonomideki rota değişikliğinin izleri ortaya çıktığı bir dönemde, yurtiçinde yönetişimde ‘ortak aklın’ kaybolup daha fazla ‘sürüklenmeye’ açık hale gelen bir süreç varsa ekonomi politikası için de çok önemli riskleri barındırıyor.
Örneğin, ABD’de 5 yıllık sıfır faiz döneminin ardından artık faizlerin artacağı bir döneme kapı açılırken, içeride yükselen enflasyona rağmen faiz düşürme baskısının yapılması, mali çalkantı ve düşük büyümeye zemin oluşturan bir ekonomik çevre yaratıyor. Şimdiye değin Türkiye ekonomisine itici bir rüzgâr işlevi gören küresel konjonktürün tam tersine döneceği böyle ‘türbülanslı’ bir ortamda, ‘kokpitte kim var? Ne yapılacak?’ soruları en önemli soru haline geliyor.
Türkiye’nin cari açık finansmana para koymuş yatırımcılar, işte bu soruların peşinde. Mevcut hükümet ve iktidar partisi içinde seslendirilen her türlü uçuk, iktisat dışı öneri ve çabanın karmaşası içinde, Ali Babacan ve Mehmet Şimşek’in ‘kokpitte’ olmalarını bir çeşit güvence olarak görüyorlar. Bakış açısı şu; “olsun, ekonomi onların kararlarıyla yönetiliyor olmasa da, maceralara karşı varlıklarıyla kokpitte olmaları ve hatalı manevralara müdahaleleri potansiyel olarak mümkün.”
İşin başka bir boyutu da şu; Babacan ve Şimşek’in, giderek akışta sürüklenen ve sorumluluğu Merkez Bankası’na yıkılan ve tek akıldan ivme alan ekonomi politikasının, daha sık bir zaman dilimi içinde mali çalkantı ve düşük büyüme riski içinde olduğunu görebildiklerini tahmin ediyorum. Kokpitteler ama ‘dümeni’ tutamıyorlar. Ne bütçe politikasında, ne de orta vadeli bir hikâye çıkaracak bir porte için müdahaleleri olamıyor. Ama kokpitin içinde oldukları sürece, potansiyel olumsuz gidişatın sorumluluğu da onların hanesine yazılacak. Bunu görerek hala orada durabilirler mi?
Bakanların kabinede olup olmamaları sorunu ‘kaybetmeme hikâyesi’ üzerine; oysa sorunumuz, ‘kazanma hikâyesi’ üzerine olmalıydı ve yeni bir ekonomi politikası çerçevesi acilen hazırlanıyor olmalıydı.