Oluşturulma Tarihi: Eylül 25, 2001 11:28
Filistinlilerin Al Fatah`la (El Fetih) başlayan savaşımlarında başvurdukları eylemlerin şiddet dozunun George Habbaş ve Navip Hawatme önderliğindeki radikal gruplarca tırmandırılışı ile ilk kez yan yana gelen `İslam ve terör` sözcükleri arasındaki göreceli uzaklık, Mısır`da Devlet Başkanı Enver Sedat`ın Müslüman Kardeşler örgütünce öldürülmesine varan eylemlerle doldurulurken Sudan, Libya, Suriye, Cezayir`in koristliğinde cephe genişlemiş ve hiç kuşkusuz kreşendo İran İslam Devrimi ile tamamlanmıştır.
İslamiyet`i bir dinin ötesinde yaşam biçimi, yönetim felsefesi olarak benimseyen, din ile devletin iç içe olduğunu savunan ve din uğruna şiddeti mübah görmekten öteye gereğinde kutsayan Şia inancının, İran İslam Devrimi ile birlikte siyasal İslam ve radikalizmi İslam dünyasına ihraç çabaları, bunun da ötesinde çabalarında baş vurduğu yöntemler, İslam ve terörün bir arada anılır oluşuna yazık ki çok da haksız olmayan bir temel oluşturmuştur.
Ancak hemen eklemek gerekir ki İslam dinini siyaset içine çekme ve dini motifleri kullanarak siyaset yürütme düşüncesini yaşama geçiren fitili ateşleyenlerle bugün İslami terör deyimini kullananlar ya da fundamentalizmden yakınanlar aynı çevrelerdir ve bu çevrelerin adresi İslam dünyasının dışındadır.
Soğuk savaş yıllarında Sovyetler Birliğinin ve elbette komünist ideolojinin yayılmasını engellemek için İslamı siyasallaştırarak bariyer oluşturma çabalarını başlatan, Sovyetler birliğinin etrafındaki `yeşil kuşak` teorisini yaşama geçirenlerle, soğuk savaş sonrası Rus yayılmacılığına karşı Usame Bin Laden ve Talibanı yaratanlarda aynı adreste oturmaktadırlar.
Kökten dinci akımların İran İslam Devrimi sonrası aşırı güç kazanması ve denetim dışına kaymaları karşısında bu kez radikalizmi reddeden yeni bir yeşil kuşağı ya da `ılımlı islamı` sahneye sürerek komünizmin `out` olduğu bir dünyada batı sistemi için yeni bir tehdit kaynağına dönüşen köktendinciliği nötralize etme çabalarının, bir başka anlatımla Usame Bin Laden yada Ayetullah Hamaneylerin karşısına Fettullah Gülenleri çıkarma düşüncesinin mimarları da hep aynı adresin sakinleridir.
Sonuçta İslam dini Batı dünyası ve özellikle ABD tarafından soğuk savaş yıllarında kendisine yönelik askeri ve ideolojik yayılmacılığın karşısında siyasallaştırılarak bir bariyere dönüştürülürken İslam devrimi sonrası bu kez İran`ın önderliğinde ayrı bir kökten niteliğe bürünmüş ve Şia inancının gereğinde şiddet kullanımını ön gören uygulamalarından hareket ile İslam ve terör, içeriğindeki temel haksızlık ve çarpıklığa karşın yine de birlikte anılır olmuştur.
Zaman tünelinde kısa bir gezi yaparak bütün bu anımsatmalara niçin gerek duyulduğu sorusunun yanıtı ise uğradığı terör saldırısı nedeni ile Amerika`nın aradığı söylenen düşmandır. Çünkü teröre karşı başlatıldığı açıklanan uzun soluklu ve önümüzdeki günlerde uluslararası alanda yeni organizasyon, önlem ve yaptırımların eşlik edeceği anlaşılan savaşımda şu anda odak noktasındaki Afganistan aşıldığında parmakların bir süre sonra yöneleceği ülke görünen odur ki İran olacaktır.
Analistlerce Ekim 1917 Bolşevik Devriminden sonra dünyayı etkileyen ikinci ideolojik ve kitlesel olay olarak nitelendirilen İran devriminin, İslam dünyasında yaratmış olduğu ezilmişlik, sömürü, aşağılanmadan silkiniş ve uyanışın tarihsel nedenlerle de beslenerek radikal bir kurguya oturması herhalde şaşırtıcı olmamalıydı.
Şaşırtıcı olan İran`ın İslam devriminden bu yana yalnızca Ortadoğuya değil Ortaasyaya da açılma ve etkileme girişimlerinde kullandığı şiddeti de içeren örtülü ya da açık yöntemlerin uluslararası alanda yeteri bir tepki ile karşılaşmamış oluşudur. Özellikle Türkiye açısından bakıldığında İran`a karşı bu denli pasif ve tepkisiz kalınması daha da şaşırtıcı boyutlara tırmanmaktadır.
Rejiminin yayılma ve yaygınlaşmasının önünde Türkiye`nin laik, demokratik yapısını mutlaka aşılması gereken bir engel olarak gören İran`ın, Türkiye`nin destabilizasyonuna yönelik örtülü yada açık eylemleri orta yerde dururken yıllar boyu suskunluğunu koruyan ve yalnızca hazırladığı dosyaları İran`a iletmekle yetinen bir politika yada politikasızlığın sahibi Türkiye, gelinen bu noktada geçmiş ve bir yönü ile sürmekte olan olayların muhasebesini herhalde yapmalıdır.
Yapmalıdır çünkü Türkiye`nin 15 yılına mal olan bölücü terör artıklarının bir bölümü bugün hala İran topraklarında barınmayı sürdürmektedir. Irak sınırından Türkiye`ye sızmaları gerek sınırboyunda gerekse kuzey Irak`ta geçiş noktalarında alınan önlemlerle neredeyse olanaksız kılınan ve kuzey Irak`ta sürekli baskı altında tutularak toparlanmalarına fırsat verilmeyen PKK`nın, İran`ın Irak sınırına bitişik bölgelerine geçerek oralardaki kamplarda konuşlandıkları, İran`ın lojistik ve eğitim desteğinden yararlandıkları kanıtları ile bilinirken bu ülkenin Talibana karşı oluşu nedeni ile ödüllendirilmesini engellemek Türkiye`nin ödevi ve ülkeleri için yaşamlarını feda eden binlerce şehidine ödemesi gereken borcu olmalıdır.
İlişkilerindeki var olan gerginliğin İran`ın Taliban yönetiminin uygulamalarına karşı oluşundan değil Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistanı etkileri altına alma ve yayılmacı çıkar çatışmaları ile Sünni-Şii ayırımından kaynaklandığının bilmesi gerekenlerce bilindiği bir ortamda Afganistanda`ki İran destekli Hazaraların Hizb-i Vahdetinin çoğunluğunu Peştuların oluşturduğu Talibana karşı harekete geçirilmesi için İran`ın yardımına gerek duyulma olasılığı bu ülkenin bilinen teröre destek faaliyetlerinin aklanması sonucunu herhalde doğurmamalıdır.
PKK`nın marjinal hale getirilmesi ile birlikte Türkiye`nin başına musallat edilen Hizbullah`a, kuruluşunda olmasa bile denetim dışına çıktığı andan başlayarak İranca verilen destek kanıtları ile orta yerde dururken Talibanla savaşımda bu ülkeye duyulabilecek olası gereksinimin İran`ın teröre yardım ve yataklığını unutturmasına izin verilmemesi Türkiye`nin ulusal çıkarları açısından gözardı etmemesi gereken önemdedir.
Lübnan`da üslenen Hizbullah, Hamas, İslami Cihad örgütleri ile bağlantıları değil yadsınmak açıktan benimsendiği, bu örgütlerle organik ilişkileri devam ettiği sürece terörle küresel savaşımın parmağını yakın gelecekte İrana uzatması kaçınılmaz olacaktır.
Bu gerçeğe Afganistan`da Fergana vadisi merkezli kurulmak istenilen, Özbekistan ve Tacikistanla Kırgızistanın bir bölümünü içine alan İslam kimlikli radikal ve Taliban benzeri devlette eklendiğinde geleceğin küresel terör mücadelesinin periferik ekseni belirginlik kazanmaktadır.
Bu coğrafyadaki İran-Taliban çatışması, cephenin genişleyerek Ortaasyadaki mücadelenin şimdilik Ortadoğuya sarkmaması için bir süre İranı içine almama sonucunu doğursa da radikal İslami kimlikli terörün bastırılması bağlamında sıra mutlaka İrana da gelecektir. Ortaasya cumhuriyetlerinde radikal İslami akımların taban bulmasından rahatsızlık duyan ve Çeçenistanda yakılan ateşin Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistana sıçramasından endişe eden Rusyanın da Talibanın eliminasyonundan sonra dikkatinin yoğunlaşacağı yerin İran olacağı düşünülmelidir. Özellikle İran-Çin yakınlaşmasının Ortaasya ve Ortadoğuda gündeme taşıyabileceği güç dengelerindeki olası etkilerde anımsandığında İran`ın yalnızca batı dünyası değil Rusya açısından da geleceğin hedef ülkesi konumu giderek pekişmektedir.
Ancak İran`ın Ortaasya ve Ortadoğu coğrafyalarındaki yadsınamaz kilit rolü, enerji kaynaklarının üretimindeki kısıtlamalarla ekonomik dengeleri etkileyebilme ve küçümsenmesi olası bulunmayan askeri gücü ile bilinen kitlesel fanatizmi, bu ülkeye yönelik savaşımın güç kullanımından çok diplomatik, siyasi, ekonomik, kültürel alanlarda yoğunlaşarak bir rejim değişimini zorlayacak eksene oturacağını işaret etmektedir.
Nitekim çok uzun yıllardan beri ABD, İngiltere ve İran arasında ilk kez, belirli bir ihtiyat çerçevesinde de olsa dolaylı diplomatik temasların başlaması İrana evinin için temizleyerek cephedeki yerini belirleme konusunda uzatılan bir kart olarak değerlendirilmelidir. Bu kartın İrana uzatılmasının bir diğer önemli nedeni de İran`ın sahip olduğu balistik füzelerdir. Şahap serisi ile menzilleri ikibin kilometrenin üzerine çıkan İran`ın füze arsenalinin Ortadoğuda Türkiye`yi de yakından ilgilendiren rahatsız edici boyutu terörle küresel savaşımın ikinci perdesinde herhalde gündeme gelecektir. 2015`li yıllarda nükleer güç ve kıtalar arası balistik füze sistemlerine sahip olacağı varsayılan İran`ın bugünkü radikal ve teröre destek veren kimliğini korumasına mevcut koşullarda izin verilmeyeceği herhalde açık olmalıdır.
Bu nedenlerle Cumhurbaşkanı Hatemi`nin ülkesindeki radikal dini muhalefeti bastırma ve yönetimden soyutlama yönünde çok elverişli iklim yakaladığı İran, bir tarafı çağdaşlık diğer tarafı bağnazlık olan `iki tarafı keskin acem kılıcının` üzerindeki yerini almıştır.
Bölge ve dünya barışı ile esenliği adına umulur ki bağnazlığın keskinliği galip gelmesin.