ABD kriz’i ve Türkiye üzerine etkileri

Güncelleme Tarihi:

ABD kriz’i ve Türkiye üzerine etkileri
Oluşturulma Tarihi: Aralık 14, 2008 19:53

Son günlerde ABD’de başlayıp Avrupa’da yayılmaya devam eden finanssal dalgalanmadan sonra herkesin aklına aynı soru geliyor ; ‘Acaba yaşanan finansal

Son günlerde ABD’de baÅŸlayıp Avrupa’da yayılmaya devam eden finanssal dalgalanmadan sonra herkesin aklına aynı soru geliyor; ‘Acaba yaÅŸanan finansal kriz bizim bankalarımızı da etkiler mi? , Türkiye’de kriz yaÅŸanır mı? ’ Bu soruların cevabı çok da kolay deÄŸil fakat Türkiye ABD’den ve Avrupa’dan bazı temel konularda siyah beyaz gibi net bir ÅŸekilde ayrılıyor.Â

Öncelikle Amerika’ da ve Avrupa’da yaşayanların birikimlerinin büyük bir bölümü genelde bankaların emeklilik fonlarında, yatırım fonlarında, tahvilde, bonoda ve özelliklede borsada. Türkiye’de ise durum Avrupa’dan ve ABD’den daha farklı. Bizde çok az insanın parası borsada ve yatırım fonlarında. Bu nedenledir ki Türkiye’de benzer bir krizin yaşanması zor gözükse de mevcut dengesizlikler (cari açık, işsizlik, özel sektörün açık pozisyonu, düşük büyüme)  göz önünde bulundurulduğunda kriz hiçte uzakta değil.  Bunun nedenini ortaya koyabilmek için ABD’de yaşanan krizin nedenlerini irdelemek gerekir.

İlk olarak ABD’ de yaşanan kriz konut ve konut kredisi (subprime mortgage)  kaynaklı. 2001 yılında uygulanan gevşek para politikası nedeniyle piyasada likidite bolluğu yaşandı. ABD’de pastadan büyük pay almak isteyen bankalarda bu bolluk içinde yüksek riskli düşük gelir grubuna (subprime mortgage) kolaylıkla kredi kullandırdı.

Düşük gelir sahipleri’de hem faizin düşük hem de vadelerin uzun olması nedeniyle yoğun bir kredi ve konut talebinde bulundu. Talebe bağlı olarak fiyatların artması sebebiyle ne krediyi alan nede veren zarar gördü. Yine aynı kurumlar ellerindeki konut ipoteklerini mali teminata çevirerek sattılar. Bunu alan yatırım bankaları (örn. Lehman Brothers) kaldıraçlı olarak hedge fonlara ya da başka yatırım enstrümanlarına para yatırdı. Bu sebepten dolayı da ABD’deki büyük yatırım bankalarının yıllık kazançları tarihinin zirvesine çıktı. Özelikle de bu bankaların CEO’ları yüzlerce milyon dolar primler aldılar.

Sistemi bir örnekle daha iyi açıklamaya çalışalım; örneğin biz 2001 yılında ABD vatandaşı olarak mortgage kredisine başvurduk diyelim. Ve 2001’ de evin değerinin 100 bin ABD $ olduğunu varsayalım. Bizde elimizdeki 20 bin $ ABD dolarını peşin verip 80 bin ABD $ ipotek kredisi alarak evi aldığımızı varsayalım. Yukarıda da belirttiğim gibi konut talebinde meydana gelen artışın fiyatlarda meydana getirdiği yükselme nedeniyle 2004’te yapılan ekspertizle Ev’in değeri 150 bin ABD $ ‘na çıktı. 2.ipotekle de 50 bin ABD  $ kredi alındı ve bu vatandaş arabasını yeniledi. 2005’te bir ekspertiz daha yapıldı ve Ev’in değeri 180 bin ABD $ olarak belirlendi, 3. ipotek alındı ve mobilyalar yenilendi.

2008’e gelindiğinde herkes evin değerini 180 bin $ olarak kabul ediyordu ve buna göre hareket ediyordu. Ama böyle olmadı. Düşük gelir grubuna verilen riskli kredilerin geri ödenmemesi ve konut talebinde meydana gelen düşüşün sebep olduğu konut fiyatlarındaki düşüş finans sektörünü likidite sıkıntısına soktu. Kimse bu konutlara belirlenen fiyatları ödemedi. Satılığa çıkartılan konutlar belirlenen ekspertiz fiyatının altında satıldı. Sonuçta bankalar hem vermiş oldukları kredileri geri alamadılar hem de sattıkları konutlardan bekledikleri gelirleri elde edemediler. Bu duruma ipotek teminatlarına dayanarak finanssal enstrümanlara yatırım yapan Yatırım Bankaları’nın zararları eklenince panik başladı sistem çöktü.

Önce dünyanın en büyük konut kredisi finansman kuruluşu Bear Stearns çöktü ve 29 milyar $ ’a devletin eline geçti. Ardından konut finansmanın önemli kuruluşları Fannie Mae ve Freddie Mac kurtarıldı (kamulaştırıldı). Uzak doğulu alıcısının fiyatını beğenmeyen Lehman Brothers’ın batmasına izin verildi. Merrill Lynch’ı Bank Of America satın aldı. Geçtiğimiz hafta ABD’nin en büyük sigorta şirketi AIG ( American Internatıonal Grup) 85 milyar $ FED yardımıyla ayakta tutuldu. Bankacılık sektörünün önemli diğer  iki yatırım bankası Goldman Sachs ve Morgan Stanley  mevduat bankası haline geldiler. Böylelikle ABD’de Yatırım Bankacılığı dönemi sona erdi.

ABD ‘de yaşanan banka iflasları Avrupa’yı da etkisi altına aldı. Avrupa’da banka kurtarmaları hızlandı. İlk olarak Fortis ve B&B devletleştirildi ardından Dexia ve Hypo Real’e el atıldı. İrlanda, Almanya, İngiltere, Yunanistan hükümetleri bankalarda ki tüm mevduatlara devlet garantisi verdiğini açıkladı.

ABD’de yaşanan kriz dalga dalga tüm dünyayı etkilerken yukarıda sorduğumuz soru tekrar aklımıza geliyor. Acaba kriz Türkiye’yi etkiler mi?

Birçok insan son günlerde yaşanan kriz ile ülkemizde 2001 de yaşanan Bankacılık krizinin ayrımını yapamıyor. Basit olarak 2001 de açık pozisyonlarını kapatamayan bankalar likidite sıkışıklığı yaşadılar ve Merkez Bankası son kredi veren kurum olma özelliğini kullanmayıp piyasa yeteri kadar fon sağlamadığı için 2001’ de Bankacılık krizi yaşandı. Fakat şuan Türkiye’de durum daha farklı. Temel olarak ülkemizde mortgage sistemi yok ve bu nedenle bir krizin yaşanması olası değil. Fakat finanssal sistemin son derece serbest olduğu ülkemizde uluslararası piyasalarda yaşanan ciddi dalgalanmalar ve çöküntüler sanılandan daha da şiddetli bir şekilde ülke ekonomimizi etkileyebilir. Dalga dalga yayılan finanssal krizin ülkemizi hangi kanallar yoluyla etkileyebileceğini başlıklara indirgemeye çalışırsak; 

-İhracat
-Dış Kaynak Girişi ( Cari Açığın Finansmanı)
-Özel Sektör’ün Dış Borç Yapısı
-Büyüme

Yukarıda başlıklara indirgediğimiz makro ekonomik değişkenleri tek tek ele aldığımızda öncelikle Avrupa Birliğine yapılan ihracatta 2008 yılında ciddi bir yavaşlama olduğunu görebiliriz. TİM’in açıkladığı ihracat rakamlarına göre Ağustos ayında AB’ye yapılan ihracat %0.9 ile yerinde saydı. İhracat kalemlerimizin başında gelen otomotiv sektörü yine Ağustosta toplam pazar olarak %14 otomobil pazarı olarak da %8.3 daraldı. Ekonomik dalgalanmanın yanı sıra 2008 de AB’nin %1 2009’da da %0.9 büyümesi bekleniyor.

Bu büyüme hızını ve yaşanmakta olan finansal sıkıntıları göz önünde bulundurduğumuzda ihracatımızı gelecek günlerde zor günlerin beklediğini kolaylıkla söyleyebiliriz. Bu noktaları atlamadan AB’nin ihracatımız içindeki payını da (%60) dikkate alarak yeni pazarlara yönelmeye başlamalıyız. 

Global kriz şartlarında, Türkiye’nin en tehlikeli göstergelerinden biri cari açığın finansmanı. Son yıllarda tüm ülkeler likidite bolluğu içinde yüzerken cari açığın finansmanında önemli sorunlar yaşanmıyordu fakat son verilere göre 2008’in yedi ayının sonunda bir önceki yılın aynı ayına göre Net Doğrudan Yatırımlar %41, net portföy yatırım girişi de %70 oranında azalma var. Önümüzdeki dönemde, fon sağlayan batı ekonomilerinde yaşanan finansal kriz nedeniyle, cari açığı finanse edecek fonları bulabilmek hem zor hem de daha maliyetli olacak. Uluslararası doğrudan yabancı sermaye girişinde dikkat çekici bir başka gelişme de Avrupa ve ABD yönlü girişler ciddi ölçüde gerilerken Körfez yönlü girişlerin artması.

Türkiye’nin diğer önemli risklerinden biri de reel sektörün yüksek borçluluk oranı. Son yıllarda Türk şirketleri dışarıdan borçlanmak daha ucuz olduğu için sıkça dış borçlanma yolunu tercih etti. Ve yıllar geçtikçe bu rakam hızla yukarı tırmandı. 2003’te 49 milyar $ olan özel kesim dış borcu 2008 1.çeyrek itibariyle 172 milyar $’a çıktı. Reel sektörün 112 milyar $ dış borcunun 87 milyar $’ı uzun vadeli, 25 milyar $’ı kısa vadeli.
 
Finans kuruluşlarının 60 milyar $ dış borcunun da 15 milyar $’ ı kısa vadeli. Finans sektörünün ve reel sektörün toplam kısa vadeli borçları 40 milyar $ civarında. Toplam borcun yaklaşık olarak 3’te 1’i. Bu da büyük bir risk oluşturuyor. Bu borçları çevirebilmek için de borçlanma ihtiyacının olacağını göz önüne alırsak iş pekte kolay gözükmüyor. Dikkat edilmesi gereken nokta reel sektörün kısa vadeli borcunun hem kamudan hem de finans sektörünün kısa vadeli borcundan fazla olması. Bu da demek oluyor ki Türkiye’de ve dış piyasalarda yaşanacak uzun süreli likidite sıkışıklarından ilk önce ekonomimizin bel kemiği yani reel sektör etkilenecek.

Son makro ekonomik deÄŸiÅŸkenimiz ekonomik büyüme. Türkiye’nin ithalata dayalı üretim yapısı, dış girdi maliyetlerinin artması, ihracatın yavaÅŸlaması finansal dalgalanmaya baÄŸlı olarak dövizde ve enerji fiyatlarında meydana gelebilecek artışları ciddiyetle ele alındığımızda 2001 sonrası yaÅŸanan yüksek büyüme rakamlarını önümüzdeki dönemde tutturamayacağımızı kolaylıkla söyleyebilirim.  Â

Sonuç olarak dünyada bol ve ucuz para dönemi kapandı. ABD yaşanan ve sonrasında Avrupa’yı etkileyen finansal kriz sanıldığı kadar kolaylıkla atlatılamayacak. Elde edilen yüksek gelirlerin ve paradan para kazanmanın bedeli ödenecek. Türkiye açısından bir bankacılık krizi beklenmese de Türkiye bu sıkıntılı dönemi 0 kayıpla kapatmayacak. Özelikle bu dönemde uluslararası piyasalarda dövize olan talep artacağı için ülkemizde de dövize olan talep artabilir.

Önümüzdeki günlerde bu sebepten dolayı döviz kurlarında tahmin edilenden daha büyük bir artış yaşanabilir. Diğer yandan bizim banka sistemimizin için en büyük risk halkın paniğe kapılıp bankalardan mevduatlarını çekmesi olur. Bize bir şey olmaz söylemlerini bir kenara bırakarak saydığım ve saymayı unuttuğum makro ekonomik değişkenleri hızla gözden geçirmeliyiz. Öncelikle kısa vadeli daha sonra toplumun her kesimini kapsayacak uzun vadeli bir strateji hazırlanmalıdır. Aksi durumda yaşanacak krizin bedelini hem biz hem de bizden sonra gelenler ödeyecek.

Makalemi bugün bir gazete de okuduğum güzel bir sözle bitirmek istiyorum. Dünyanın en zengin iş adamlarından yatırımcı Warren Buffet  ‘ Sular çekilince denize kimlerin mayosuz girmiş olduğunu anlayacağız demiş’. Bu güzel söz şuan yaşanılan durumun henüz dip seviyesi olmadığını ve gelecek günlerin daha birçok şok gelişmeye gebe olduğunu ifade ediyor.


Çağrı DORA
Yüksek Lisans Öğrencisi
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!