6 ay önce
dolar 1.600`ü geçtiğinde, iş dünyası `dalgalı kurdan vazgeçin` diye ayaklandı. Dolar bugün 1.300`ün altına düşünce bu kez, `TL aşırı değerlendi` çığlıkları yükselmeye başladı
24 Ocak 1980`den bu yana, yani tam 22 yıldır iki ileri, bir geri temposunda olsa da liberal iktisat politikaları izleyen Türkiye, bu dönemin en ciddi ikilemlerini yaşıyor. Krizin patlak verdiği 19 Şubat 2001 tarihinden sonra yaşanan ilk ikilem dalgalı kur konusundaydı. Uzun yıllar kontrollü kur politikası yürüten Türkiye, 21 Şubat 2001 tarihinden itibaren dalgalı, yani serbest kura geçti. 21 Şubat`tan 19 Ekim`e kadar geçen 8 aylık süre boyunca dalgalanma sürekli yukarı doğru oldu. Kontrollü kurun son gününde 687 bin 200 lira olan dolar, 19 Ekim 2001`de 1 milyon 600 binin üzerine yükseldi.
Bu dönemde, hemen hemen tüm işadamları, çoğunluğu eski ekonomi bürokratı olan köşe yazarları ve yine bir çok gazete, ekonominin patronu Kemal Derviş`i ağır şekilde eleştirerek kontrollü kur sistemine geçilmesi konusunda görüş bildirdiler.
Eleştirileri ve yapılan baskıları sabırla dinleyen, ama her fırsatta Türkiye`nin başka şansı olmadığını söyleyen Derviş, izlenen politikadan vazgeçmedi. Derviş, istikrar programının
döviz kuru politikası dışındaki unsurlarının sonuç vermeye başlamasını bekliyor, bu sonuçlar ortaya çıktıktan sonra döviz kurlarının istikrara kavuşacağını tahmin ediyordu. Nitekim, beklentisinde yanılmadı.
KUR NE OLMALI?
19 Ekim 2001`de 1 milyon 646 bin lirayı gören doların, o tarihten bugüne kadarki dalgalanması bu kez hep aşağı yönde oldu. Doların tepe yaptığı tarihten bu yana yaklaşık 6 ay geçti. Bugün dolar kuru 1 milyon 300 bin liranın bile altında.
Sonuç: 8 ay boyunca yukarı, daha sonra da aşağı dalgalanan kur.
İlk ikilem çoktan unutuldu. Bugün Derviş`i en ağır şekilde eleştiren çevreler, son 7 ay içinde yaşanan iç politika veya uluslararası krizlerin döviz rezervleri üzerindeki muhtemel tahribatının dalgalı kur politikası sayesinde atlatıldığını savunuyor. Ancak Türkiye, 2002 başından itibaren yeni bir ikilemin pençesine düştü.
Tartışma şu: Doların gerçek değeri nedir? Kur, daha yukarıda en azından 1 milyon 500 bin lirada olmalı.
Tartışmayı önce ihracat sektörü başlattı. Bu cephenin argümanı şöyle: Dolar 687 bin 200 liraydı. Bugün 1 milyon 294 bin lira. 13 aylık artış yüzde 88.3. Buna karşılık 13 aylık kümülatif TEFE artışı yüzde 95.8. Yani enflasyon, devalüasyonun üstünde. Kriz neden çıktı? TL aşırı değerlendiği için. Oysa bugün TL, krizin çıktığı güne oranla daha da değerli. Onun için doların 1 milyon 500 bin lira olması gerekiyor.
Son günlerde dolar daha yüksek olmalı argümanını destekleyen yeni bir gelişme ortaya çıktı: Açık pozisyonlar hortladı. Bankalar risk alıyor. Ekonomi yeni bir felakete sürüklenebilir.
Açık pozisyonun tarifi kabaca şöyle: Bir banka, halktan topladığı dövizleri veya dışarıdan bulduğu döviz kredisini TL`ye çevirip, faizde değerlendiriyor. Faizin getirisi, dövizdeki yükselişin hatırı sayılır oranda üzerinde olursa banka da hatırı sayılır miktarda kâr ediyor. Nitekim SABAH dünkü sayısında bu örneği net bir şekilde ortaya koydu. Haberimizi hatırlayalım: 1 Eylül 2001`de 1 milyon 384 bin liradan bozdurulup, yüzde 74.9 faizle 7 aylık bonoya yatırılan 1 milyon doların, 1 Nisan 2002`de net getirisi 473 bin dolar oluyor. Yani 7 ayda dolar bazında net yüzde 47.3 kâr! ABD`de faizlerin yüzde 3 olduğu hatırlanırsa, bu işlemi yapan bir Türk yatırımcısı 7 ayda bir ABD`linin 15 yılda kazanamayacağı parayı kazanıyor.
AÇIK POZİSYON ARTTI
İşte bu oyun, son 2 ayda iyice hızlandı. Hem yerli bankalar, hem de Türk piyasasında oynayan yabancılar, dolar satıp TL faizine yatırım yapınca dolar kurundaki satış baskısı iyice arttı.
Bu trend, ekonomi yönetimini de tedirgin etti. Tedirginliğin boyutu geçen cuma kamuoyuna da yansıdı. Merkez Bankası ve BDDK, açık pozisyon konusunda piyasayı uyararak çok fazla risk alıyorsunuz mesajını verdiler. Dün de Hazine Müsteşarı Faik Öztrak uyarının dozunu artırarak yüksek açık pozisyonun riski de büyük olur! dedi.
Peki bankalar neden bu riski göze alıyor?
Bankacılık çevrelerinin cevabı şöyle: Kasım ve Şubat krizleri bankaların özsermayelerini yedi bitirdi. Reel sektör hala uykuda. Dolayısıyla kredi geri dönüş riski çok yüksek. Önümüzdeki haziranda bankaların gerçek (duru) bilançoları açıklanacak. Sermaye yeterlilik rasyolarını gereken düzeye çıkaramayan bankalara Hazine ortak olacak. İşte bu kısa dönemde bilanço düzeltmenin, daha doğrusu iyi para kazanmanın tek yolu açık pozisyon taşımak. Risk bu nedenle alınıyor. Bazı bankalar ise büyük olasılıkla TMSF`ye devredilecek. Bu nedenle büyük risk alanlar `belki kurtarırız` diye düşünüyorlar.
Bankalar için durum böyle.
Peki ya vatandaşın durumu: Halkın büyük bölümü krizde iyice yoksullaştı. Değil döviz, insanların cebinde kuruş yok. Ama bu tablo herkes için geçerli değil. Merkez Bankası`nın 29 Mart 2002 tarihli mevduat verilerine göre Türk halkının bankalarda 54.6 milyar dolar döviz hesabı var. TL hesaplarının toplamı ise 47.3 katrilyon TL. Yani oran neredeyse yarı yarıya.
Bu tablo da bize gösteriyor ki, dövizin düşüşüne üzülenlerin sayısı da azımsanacak gibi değil.
İşte Temmuz 2001`de dolar 1 milyon 300 bin lirayı geçtiğinde yanıyoruz diye bağıran, Nisan 2002`de ise dolar 1 milyon 300 bin liranın altına düştüğünde yine yanıyoruz feryadını atan Türkiye`nin yaşadığı son ikilem...
Merkez `spekülasyon oyununu` bozsun
Ahmet Nazif Zorlu Türkiye`nin en fazla ihracat yapan holdinglerinden Zorlu Holding`in patronu. Sadece Vestel geçen yıl 950 milyon dolarlık ihracat gerçekleştirmiş. Bu yılki hedef ise 1.1 milyar dolar. Vestel 8 yılda Avrupa`ya 15 milyon adet televizyon göndermiş. Her 100 Avrupalı`nın 17`sinin evinde Vestel`in ürettiği televizyonlar var. Zorlu, bir süredir kurların düşüklüğüne dikkat çekerek, hükümetin Merkez Bankası`nın, kısacası konu ile ilgili bütün kurumların soruna eğilmesini istiyor. Kurların spekülatif olarak düşürüldüğünü, birilerinin cebine para giderken özellikle küçük ihracatçının zor durumda kaldığını vurgulayan Zorlu ile kurları konuştuk.
* Sizce olay sıradan bir dalgalanmadan daha farklı bir şey mi?
Türkiye`nin zayıf bünyesinden yararlanmak isteyenler var. Dolarda spekülasyon yapılıyor. Merkez Bankası`nın müdahale edip dolar alması ve bu oyunu bozması lazım. Doların yükselişinin enflasyonu azdıracağı söyleniyor ama bunlar bahane. Zaten millet işsiz, parasız. Pazarda para mı harcıyor ki enflasyon azsın.
* Kurdaki iniş nasıl etkiledi?
Ben ihracatçıyım. Dünya pazarlarında daha fazla mal satmak için rakiplerimle rekabet etmeliyim. Ama bunu yapmakta zorlanıyorum.
* Kurun gerçek değeri ne?
Eskiden çıpa vardı. Biz yapmayın etmeyin dedik, sistemi değiştirmeye çalıştık, dinletemedik. TL şu anda yüzde 20 değerli. Bu reel sektör için olumsuz bir aktör. Bugün doların olması gereken miktar 1.5 milyon lira civarıdır. Sanayici hammaddesini 1.5 milyonluk kurdan almış. Şimdi ürününü 1.3 milyondan satıyor. Aradaki fark zarar.
* Yapılması gereken nedir?
Geçen sene ihracatta güzel bir hava yakalamıştık. İdare edenlerin herşeyi iyi hesap etmesi lazım. Genel düşünmek gerekiyor. Dar hesap yaparsanız yanılırsınız. Sanayi iyi olursa istihdam da üretim de tüketim de iyi olur. Yoksa Hesapsız kasap, kalır elinde masat diye bir atasözü vardır. Bizim hükümet de öyle olacak.